Fenomenoloji ve Yöntemi

Fenomeloji ve onun yöntemine geçmeden Husserl'in yöntemine dayanak yaptığı iki kavram iyi anlaşılmalıdır. Doğal davranış ve doğal davranışın genel savı.

Biz çeşitli varlıkların nasıl olursa olsun varolduğuna, bu varlıkları çevreleyen sonsuz ufkuyla dünyanın gerçekliğine, bizim kendimizin, bedenimizle, bu dünyanın örgüsünde yeraldığımıza dair genellikle bir kuşku beslemeyiz. İşte Husserl uyur uyanık hergün içinde bulunduğumuz bu yaşayışta takındığımız davranışa doğal davranış, bu davranışın özüne, dünyanın apaçık varolduğuna dair sarsılmaz güvenimize de doğal davranışın genel savı adını verir.

Bu anlamda ideal bir dünya olan sayılar dünyasıyla, aritmetikle kurduğum bağlantı, ne doğal davranışı, ne de onun genel savını zedelemektedir. Ben bütün dikkatimi sayılarda topladığım, onlarla belli işlemler yaptığım zamanlarda aritmetik davranışı benimserim. Ama bu yeni davranış da doğal davranışa dayanmaktadır. Çünkü aritmetik yaptığım sürece, bir aritmetikçi olarak, bir insan olarak doğal davranıştaki yaşamımı sürdürürüm. Ancak artık doğal dünya yaşamımın dışında kalmaktadır. Böylece, bu dünyanın sarsılmaz bir taban olarak varolduğunu söyleyen genel sav da, gerçekliğinden bir şey yitirmiş değildir. Aritmetik öğelerin ideal dünyası reel dünyanın yerine geçmemekte, bu dünyanın uzay-zaman örgüsü içinde yeralmamaktadır. Doğal-reel dünya ile aritmetik dünya birbirlerinin bağlamı dışındadırlar. Aritmetik varlığın ideal dünyasında kendimi büsbütün yitirsem bile doğal-reel dünya varolmakta sürüp gider.

Halbuki redüksiyonun benden istediği, doğal davranışımı ve onun genel tezini kökten değiştirmemdir. Husserl'e göre, doğal davranışı kökten değiştirmek demek, bu davranışın genel savını kendine özgü bir epoche'ye uğratmak demektir. Bu epoche doğal davranışın genel savından kuşkulanmak ya da bu savı, ortada hiçbir neden yokken yokumsamak değil, bu tezi, özgür olarak kullanmaktan çekinmektir. Bunun için de dünyanın apaçık varlığından bütünüyle vazgeçmek, bu varlığı bütünüyle işe karıştırmamak, dışarıda bırakmak, kullanmamak, bir bakıma parantez içine almak gerekmektedir. Böylece dünyanın sarsılmaz varlığı olduğu gibi kalmakta, yalnız bu varlığın anlamı değişmektedir. Epoche'ye uğrayan doğal davranışın genel savı artık parantez içine alınmış bir savdır; bundan böyle, doğrudan doğruya dünyanın varlığından değil, parantez içine alınmış değişikliğiyle dünyanın varlığından söz edilebilir artık.

Peki Husserl'ci epoche ile paranteze alma neleri kapsar ve herşeyi paranteze almak geride hiçbir şey bırakmayacağı için bizi hiçliğe mi götürür?

Husserl'ci epoche ile paranteze alma, yalnız doğa ve kültür nesnelerine, dünya içinde yeralan kendi bedenime değil, çok daha ötelere uzanmaktadır. Ben kendim, günlük anlamda benim kendi ben'im, psişik ben'im de artık epoche'ye uğramış, paranteze alınmıştır.

Husserl'deki psişik ben-salt ben ayrımı da önemlidir. Psişik ben bir yandan zamanlı yaşantılardan meydana gelmektedir, öte yandan da şu ya da bu biçimde, yer kaplayan reel dünyadan olan bedenimle birlikte varolmaktadır. Yani dolayısıyla da olsa reel dünya ile ilişki halindedir ve uzaylı-zamanlı dünyanın bir parçasıdır. Salt ben ise herşeyi kapsadığı sanılan evrensel paranteze almanın dokunamadığı, geriye kalan tek varlık alanıdır. Psişik ben reel dünyanın bir parçası olduğu için çoktan paranteze alınmıştır. Oysa salt ben, paranteze alınamadığına göre, reel-olaysal dünyadan, bu dünyanın nesneleri çeşidinden bir varlık değildir. Ancak salt ben'i sözgelişi ideal varlıklarla da bir tutmamak gerekir. Gerçi salt ben de, uzay-zaman belirlenimlerinin dışındaki ideal varlıklar gibi gerçekdışıdır. Bununla birlikte salt ben, ister reel, ister ideal olsun, kendisinden söz açabildiğimiz ne varsa, herşeye asıl anlamını veren, bütün varlıkları kuran-inşa eden bir kaynaktır. Böylece, herşeyin kendisine göre bir anlam kazandığı, herşeyin kendisine göre olduğu salt ben, şimdiye dek bilinip tasarlanabilen reel ya da ideal varlıklardan bambaşka bir 'şey'dir. Kendi başına varolan ideal dünya, örneğin sayılar, biz kendisiyle bilinçli bir bağ kurmadıkça, çoğu kez varlığından haberdar olmadığımız bir varlık alanıdır. Oysa salt ben, biz kendisini bilelim bilmeyelim, kendisi olmadan hiçbir varlık olmayacak olan, sarsılmaz, vazgeçilmez kendinden bir varlık alanıdır.

Kendisine özgü apaçıklık bakımından hiçbir kuşkuya düşmeden var diyebileceğim biricik varlık olarak salt ben, bu apaçıklık bakımından Descartes'ın Cogito'sunu andırır. Ama Descartes'ın Cogito'su ontolojik bir temellendirme için ihtiyaç duyulan bir etkinlik, uzaysal-zamansal olduğu için doğal davranışın alanına giren bir meditasyondur. Salt ben ise (bilinç) hiçbir şey varolmasa da varolmaya devam eden bir transzendental fenomenolojik varlıktır. Ayrıca Descartes'ın Cogito'su bilen öznedir ve bu bilen öznenin bir de bilinen nesnesi vardır. Halbuki Husserl ego-cogito-cogitatum'un bir bütünü gibi algıladığı cogito'sunda bilen-bilinen ayrımı yapmaz. Onun özünde salt ben'in bulunduğu cogito'su zaten nesnesine (noema-cogitatum) yönelmiş halde vardır (bilinç, bir şeyin bilincidir).

Dünyayı kuran, ama kendisi doğal davranışa yapışmış her çeşit dünya içeriğinden arınmış olan salt ben, dünyanın zenginliğini içinde taşımaktadır. Ancak bu, çeşitli içerikleriyle varolan dünyanın, son derece küçültülmüş bir kılıkta da olsa salt ben'de tıpatıp varolması değildir. Artık dünya bir fenomen olarak vardır. Fakat bu fenomen sözü, dünyanın solmuş, güçten düşmüş olarak varolmaya başladığını söylemez; tam tersine, fenomen, varlığından hiçbir zaman kuşku uyandırmayan, doğrudan doğruya apaçık verilen içerikli ve somut bir yaşantıyı dile getirmektedir.

Böylece, olaysal-empirik dünya, salt bir dünya yaşantısı, salt bir dünya fenomeni olarak ortaya çıkmaktadır. İşte Husserl, bu dünya fenomenini bütünüyle konu diye alıp betimleyici bir biçimde araştıran bilime fenomenoloji adını vermektedir. Dünya fenomeni dünyaya aşkın (transzendent) bir alanda, salt ben'de inşa edildiği için bu fenomenoloji, transzendental fenomenoloji' dir. Böylece, salt ben'in transzendental ben olduğu anlaşılmaktadır. Paranteze alınamayıp geride kalan bu ben transzendental fenomenolojik bir kalıntı' dır. Bu ben'e götüren yola transzendental fenomenoloji redüksiyon' u ya da epoche denir. Böylece, doğal davranışın genel savını kökten değiştiren bu redüksiyon'la transzendental fenomenoloji davranışı' nı benimsemiş oluyorum.

Epoche'yi adım adım gerçekleştirilmesi gereken bir ödev diye anlayıp yerine getirmeye kalkışmak, redüksiyon için büyük bir tehlikedir. Tek tek nesnel bilimlerde edinilen sonuçlar karşısında tavır takınmaktan kaçınmak, bitkileri, hayvanları, başka insanların bedenlerini, kendi bedenimi, kendi ruhumu birer birer parantez içine almak, bütün bu epoche'leri belli bir dizi içinde ardarda gerçekleştirmeye çalışmak, sonsuzca sürüp gidecek bir işe girişmek demektir. Köklü ve vevrensel epoche'yi bir çırpıda gerçekleştirmek, bir tek akt ile doğal ve normal davranışı bütünüyle bırakıp transzendental fenomenoloji davranışını benimsemek gerekmektedir.

Epoche'nin başka bir özelliği de epoche'yi gelip geçici olarak başarıp yeniden doğal davranışa dönmeyi kesin olarak yasak etmesidir. Epoche'yi gerçekleştirir gerçekleştirmez bırakmak, yalnız harcanan emeklerden yararlanamamak değil, bir anlamda epoche'yi gerçekleştirememek demektir. Çünkü epoche'nin gerçek başarısı, günışığına çıkardığı transzendental ben'i bilinçli ve sistematik olarak araştırmada, yani transzendental fenomenoloji'nin betimleyici yapısını gerçekleştirmededir.

İki Temel Kavram : Intentionalite ve Reflexion

Transzendental ben, ben sözünün de gösterdiği gibi bir bilinçtir; transzendental sözü ise bu bilincin salt olduğuna işaret etmektedir. "Salt bilinç" doğal anlamdaki dünyayı bir dünya-fenomeni olarak içinde bulundurmaktadır. Dünyalı olan herşey, her zamanlı-uzaylı varlık benim içindir-yani, benim için geçmektedir; bu da şöyle olur: ben dünyalı şeyi denerim, algılarım, hatırlarım herhangi bir biçimde düşünürüm, yargılarım, değerlendiririm, isterim vs. Husserl bütün bunlara, Descartes gibi, cogito ya da cogitatio adını vermektedir. Cogito demek bir bilinç akt'ı gerçekleştiriyorum demektir. Çeşitli cogita'lar transzendental ben'de, epoche redüktionunun dokunamadığı salt ego'dadır, bu ego içindir. Ego ile cogito birbirinden ayrı iki başlık olmayıp, bölünmez bir bütünde içten bağlıdır: "ego-cogito". Ancak her cogito, her bilinç yaşantısı bir- şeyin bilincidir, amacı bir şey göstermektir, bir şeye yönelmedir. Cogito, bilinci olduğu şeyi bir "cogitatum" olarak içinde taşır. Yani, her cogito'nun bir nesnesi, cogitatum'u vardır. Yalnız buradaki nesneyi bilinç dışındaki objekt'lerle, örneğin yerkaplayan nesnelerle karıştırmamalıdır. Cogitatum'lar, bilinç dışındaki varolan nesneler değildir; bu nesnelerin bilinçteki karşılıklarıdır; cogito'nun bilinci olduğu şey işte bu karşılıklardır. Bu yüzden, bir şeyin bilinci derken buradaki "şey"den, bilinç dışındaki bir şeyden değil, bilinçteki şey, bilincine varılmış haliyle bilinç dışındaki şey anlaşılmalıdır. Cogitatum, bilinç yaşantısında yaşanılan şeydir. Her bilinç yaşantısı, bu yaşantıda bilince vardığı şeyi içinde bulundurur. Böylece ego-cogito bütünü yakından bakıldığında ego-cogito-cogitatum bütünü olarak belirir. Her cogito ego'nun cogito'su, her cogitatum cogito'nun cogitatum'udur. İşte Husserl bu bütünü, daha doğrusu bu bütündeki cogito'yu intentionalite diye adlandırmaktadır. Husserl cogito’lara birer bilinç yaşantısı olarak “intentional yaşantılar”, birer akt olarak da “intentional akt’lar” der.

Husserl intentionaliteyi, "amaç olarak alınan bir şeye yönelmiş olmak", bir şeye çevrilmiş olmak" diye anlamaktadır; bilinç-yaşantısı, yaşadığı nesneye, yaşadığı bilinç objektine yönelmiş, çevrilmiştir. Yaşantı ile yaşanmış durumuyla yaşanan şey arasında intentional bir bağ uzanmaktadır. İntentional objekt, "gerçek" nesne olmasa da vardır; intentional objekt, yalnızca zihin dışındaki bir objekt'in zihin içindeki yaşantısı değildir; intentional objekt, gerçek olarak varolmayan, düpedüz düşgücündeki bir nesne de olabilir; intentional objekt, bilinç yaşantısında hazır olan, bilinç yaşantısında verilmiş olan bir nesnedir.

İntentionalitenin iki kutbu vardır: cogito ve cogitatum. Husserl cogito'ya noesis, cogitatum'a noema der. Noesis'ler cogito biçimleri, algılamak, anmak, beklemek gibi tek tek bilinç biçimleridir. Noema'lar ise bu bilinç biçimlerinin içindeki her bir bilinç objekt'idir. Tek tek intentionalite'leri ayrı ayrı duyu verileriyle karıştırmamak gerekir. Bilinç-intentionaliteleri parçalanmaz bilincin kendisidir. Yani, tek tek intentionaliteler, tek tek duyu verileri gibi bilincin tabula'sında hazır olarak bulunup saptanamazlar. İntentionalite olmuşbitmiş bir veri, bir özellik olmayıp, işgören bir etkenliktir.

Husserl'in transzendental fenomenolojisi işte bu intentionalitelerin öz-betimlemesini amaç edinmektedir. Yani, öz-betimlemesinin amacı intentionalitelerdir. Bunun için herşeyden önce intentionalitelerin birer konu olarak ortaya çıkarılmaları gerekecektir. Bu işlemi Husserl reflexion adı altında toplar.

Tanszendental anlamdaki intentionaliteyle ilgili reflexion transzendental fenomenoloji'nin ana reflektiv tabanında ortaya çıkan bir reflexiondur. Husserl bu reflexiona yaşantı-reflexion'u adını verir. Yaşantı-reflexion'u bir intentionaliteyi yeni bir intentionalitede konu yapar, bir intentionaliteye, bu intentionalitenin baktığı şey ile bakar. Bu transzendental fenomenoloji anlamındaki reflexion'un psikolojideki reflexion'dan (dünyalı-mundan) özce farkını ortaya koyar. Yaşantı-reflexion'u, yaşantıyı olduğu gibi yeniden vermez; o, orijinal yaşantının kendisi değil, yaşantının yaşantısıdır. Yaşantı-reflexion'unda yaşantı, aracısız olarak algılanır. Reflexion, orijinal yaşantıyı salt olarak koyan bilinçtir. Husserl'in sözleriyle "yaşantının varlık-biçimi ilkece reflexion halinde algılanmasıdır". Bu cümleden de anlaşıldığı gibi intentionalite reflexion'dan önce vardır ve her intentionalite reflexion'a tabi tutulabilir; ilke bakımından, istendiğinde reflexion'da bilincine varılamayan bilinç yaşantısı yoktur. Reflexion, bilincin durmadan "akıp giden" "intentional bir yaşama olduğunu açığa çıkartır".

Öz-Betimlemesi

Öz (Wesen, allgemeine Form, essentia, eidos, idea Husserl'in özü göstermek için kullandığı eşanlamlı sözlerdir) deyince, Husserl pek belli bir varlık-biçimini anlamaktadır. Ancak bu varlık ortada değildir; ortaya çıkarılması için güçlükle ve adım adım oluşan bir süreci gerçekleştirmek gerekmektedir. Husserl bu sürece eidetik redüktion adını vermektedir.

Husserl betimlemesine psişik fenomenleri değil transzendental anlamdaki intentionaliteleri konu aldığından intentional betimleme, ya da intentional analiz der. Bu betimlemenin kalkış noktası zorunlulukla intentionalite bütününün cogitatum kutbunda bulunmaktadır. Yani, dosdoğru intentionalitenin yaşadığı intentional nesne (noema) transzendental bir ipucu olarak kullanılmaktadır. Husserl somut intentionalite betimlemelerinde ilkin, transzendental ipucunu saptamaya çalışmakta, yani noematik reflexionun verdiğini analiz etmektedir. Sonra, bu noematik betimlemeyi, noetik betimlemeyle bütünlemekte, yani transzendental ipucuna çevrilen bilinç yaşantılarının betimlemesine geçmektedir. Bu bir öz-betimlemesidir.

Husserl'in betimlemeyle öz arasında bir bağ kurması; daha doğrusu, betimlemenin öze yönelen bir betimleme olmasını, bir öz-betimlemesi olmasını istemesi, öz-betimlemesi olmayan her çeşit betimlemeyi transzendental fenomenolojinin dışında bırakması, bu fenomenolojinin en esaslı niteliklerinden biridir. Öz- betimlesine fenomenolojide düşen en önemli görev, Husserl'in her çeşit bireyselleştirmeden yüz çevirmekteki kararıdır. Çünkü Husserl'e göre, tek tek bireysel intentionalitelerin betimlenmesi sonu gelmeyen birşeydir. Tek tek noetik ya da noematik betimlemelerin "empirik" (doğal davranıştaki anlamıyla değil, transzendental fenomenolojideki anlamıyla empirik) bir geçerliliği vardır; bu ise, bir temel bilim olmak savıyla ortaya çıkan, tam bir evrenselliğe hak kazanmak isteyen fenomenolojinin ana eğilimine aykırıdır.

Husserl'e göre eidetik redüktion sürecinin ilk basamağında herhangi bir bireysel somut objekt'ten, bilinç dışındaki gerçek bir nesneden ya da psişik bir yaşantıdan değil, fenomenolojik bir objekt'ten, yani transzendental olarak arınmış bir veriden, örneğin herhangi bir intentionaliteden, bu intentionalitenin noesis ya da noemasından kalkılır. Çıkış noktası olarak alınan rasgele nesne, bir "kılavuz örnek" diye kullanılır. Burada ve şimdi (hic et nunc) varolan nesne, düşgücünde, fantezide, bir son konamayan çeşitli düşünülebilirlikleri boyunca keyfi olarak değiştirilir. Böylece, çıkış noktasındaki nesne, sonsuz bir değiştirme (varyant) zincirinin ilk halkası halinde belirmektedir. Ancak burdaki değiştirme sözünü değişiklik sözü ile karıştırmamaya dikkat etmek gerekir. Değişiklik, reel bir şeyin başka türlü olması olayını bildirmektedir; değişiklikte, değişen şey, bireysel bakımdan yine aynı şey olarak kalır; örneğin, herhangi bir nesnenin kırmızısı solup değişse de, yine o nesnenin kırmızısıdır. Oysa değiştirmede, nesnenin bireysel varlığı ortadan kalkar, nesne serbest bir fanteziyle olabilen başka bireysel objektler halinde düşünülüp tasarlanır. Eidetik redüktion'un ikinci basamağı, durmadan çoğalan değiştirmelerin örtüşme yoluyla aralarında birlikli bir bağ meydana getirdiklerini saptamaya dayanmaktadır. Eidetik redüktion'un üçüncü basamağında ise birbirine bağlı olan sayısız değiştirmeler boyunca hep aynı kalan, ayrılıklara karşın değiştirmelerin arasında belli bir noktada, zorunlukla bir uyum(congruens) olduğunu görmek gerekmektedir. İşte Husserl bu uyuma genel form, genel biçim, öz ya da idea; özü veren görmeye ise özgörüsü adını verir. Özgörüsü çapraşık bir akttır; bir çırpıda değil, uzun ve karmaşık bir hazırlıktan sonra gerçekleştirilebilir. Edilgin değil, etken bir başarıdır. Özü, herhangi bir fiksiyonu değil de varolan genel formu, tıpkı bireysel bir nesne gibi apaçık veren ve çeşitli açıklık dereceleriyle yakalayan pek özel bir algılamadır. Böylece özgörüsünün, bir bakıma reflexion'dan başka bir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. Belli bir intentionaliteye yönelen özgörüsü, genel olarak o intentionaliteyi kavrayan bir yaşantı-reflexionudur. Demek ki transzendental fenomenoloji, redüktionun tabanı üzerinde öze ilişkin doğrular ile örülen, yani özce genel ve zorunlu eidetik betimleyici yargılardan kurulan bir temel bilimdir.

Kaynak

Nermi Uygur/Edmund Husserl'de Başkasının Ben'i Sorunu/YKY-1998

Share